16 Kasım 2015 Pazartesi



Engelleri aşan bir yaşam

Eren Kaya Aslan, kendi işyerinde geçirdiği elektrik kazası sonucu sağ kolunu ve sol bacağını kaybediyor. Kazada yüzde 80 engelli kalması da Aslan’ı hayattan koparmıyor ve işportacılık yaparak ailesinin geçimini sağlıyor.

Bülent KÜL

 Eren Kaya Aslan, 40 yaşında ve yüzde 80 engelli raporu var. Evli ve dört çocuk babası olan Aslan, 1994 yılında Mersin’de geçirdiği elektrik kazası sonucu sağ kolunu ve sol bacağını kaybediyor. Talihsizlikler Eren Kaya Aslan ve ailesinin peşini bırakmıyor. Kazadan sonra toparlanamayan Aslan'ın beş yaşındaki oğlu lösemi hastalığına yakalanıyor. Oğlunun tedavisi için Ankara’ya gelip gitmek zorunda kalan Aslan ailesi, maddi ve manevi anlamda yıpranıyor. Tedavinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için Ankara’ya taşınıyor. Aslan, oğlunun sağlığına kavuşması için elinden geleni yapıyor ancak oğlunu kaybediyor.

Yüzde 80 engelli bir birey olarak yaşamanın kendisini etkilemediğini söyleyen Eren Kaya Aslan, “Oğlumu kaybettikten sonra hayata dair ümitlerimi kaybettim” diyor. Aslan, oğullarını kaybettikten sonra eşinin psikolojik sorunlar yaşadığını söylüyor. Eşinin tedavisi için tekrar Mersin’e dönemeyen Aslan ailesi Ankara’ya yerleşiyor.  Sekiz yıldır Ankara’da hayat mücadelesi veren Aslan ve ailesi kıt kanat geçiniyorlar. Duyarlı ve iyi niyetli insanların kendilerine yardımcı olduklarını dile getiren Aslan, “Onlar sayesinde geçiniyoruz” diyor.
Her sabah saat 06.00 da metro ile Sıhhıye’ye geldiğini belirten Aslan, yaşadıklarını  şöyle anlattıyor:
“Satacağım eşyaları sırt çantama dolduruyorum. Gelen ilk metroya yetişmeye çalışıyorum, erken saatlerde Sıhhıye’de olabilmek için. Yolculuk esnasında iyi davranıp yer veren insanlar olduğu gibi bilinçsiz insanlarda var.  Sıhhıye’de belli bir süre durduktan sonra Kızılay’a geliyorum. Bazen zabıtalar sorun çıkarıp satış yapmamı engelliyor.”
“İnsanlar emeğime saygı gösteriyor”
Mendil, çakmak, kalem gibi ürünler satan Aslan, “Emeğime insanlar saygı gösteriyor. Kolay para kazanmak için dilenmiyorum.  Emek harcıyorum. Dilenenler kolay para kazanmanın peşindeler. Sekiz senedir bu şekilde çalışıp para kazanıyorum” dedi. Engelli bireyler olarak devlet yetkililerinden samimiyet beklediklerini dillendiren Aslan, “Eğitim, sağlık ve konaklama gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar maddi destek istiyoruz. Engelli bireyler olarak çeşitli alanlarda yeteneklerimiz var. Kamu kurumları, vakıf gibi yerlerde iş sahibi olabiliriz. Sekiz yıldır bu betonun üstünde oturarak para kazanmaya çalışıyorum. Bu şartlar benim için uygun değil” diye konuştu. Basit, küçük şeylerle mutlu olabilen insanlarız diyen Aslan, engelli bir birey olarak doğayı ve kâinatı çok sevdiğini bunun da kendisini hayata bağladığını söylüyor.


8 Haziran 2015 Pazartesi


Ulus Hali’nin halleri

Taze meyve, sebze ve balık gibi gıdaların satıldığı Ulus Hali, eski canlılığını korumuyor. Ulus’un eski günlerine özlem duyan Ulus Hali esnafı, Ulus Hali’nin eskisi gibi uğrak yeri olmadığından şikâyetçi.

Bülent KÜL

Ulus Hali, Ulus’a giden herkesin uğradığı mekânlardandır. Esnafın birbiriyle olan diyaloğu, farklı ürünlerin sergilendiği tezgâhlar ve müşterilerin hareketliliği sizi Ulus Hali’ne çeker. “Bir bakayım çıkarım” diye girersiniz ancak esnafın sıcak tavırları, misafirperverliği ve halin canlılığı saatlerinizi alabilir. Eskiden Ankara’nın merkezi konumunda olan Ulus’un önemini kaybetmesiyle Ulus Hali’ne olan ilgi de azalıyor. Ulus Hali’nde senelerdir esnaflık yapan Vedat Alpay, Oktay Koyuncu ve Ersin Çakıroğlu marketlerin, alışverişlerin merkezlerin açılması ve merkezin Kızılay’a kayması ile Ulus Hali’ne olan ilginin azaldığını söylüyor.

15 yaşından beri Ulus Hali’nde esnaflık yaptığını söyleyen Vedat Alpay, baba mesleğini devam ettirdiğini belirtiyor. Ulus Hali’nin eskiden müşterilerin en çok alışveriş yaptığı mekânlardan biri olduğunu ifade eden Alpay, günümüzde marketlerin ve alışveriş merkezlerinin açılmasıyla halin önemini kaybettiğini söylüyor.
“Esnaflarla aramızda saygı ve sevgi vardır”
Günlük taze gelen balıkları satan Alpay, müşterinin balıktan anlamamasından dolayı aralarında zaman zaman sorun yaşadıklarını dile getiriyor. “Müşteriyi memnun edebilmek için elimizden geleni yapıyoruz” diyen Alpay, esnaflarla aramızda sevgi ve saygı çerçevesinde bir ilişki vardır diyor. Sabah 08.00’de işe başlayıp akşam 20.00’de evine dönen Alpay, esnaflık yaparak elde ettiği gelir ile geçimini sağladığını ifade ediyor.  
Esnaflığın baba mesleği olduğunu kaydeden Oktay Koyuncu, 19 yıldır Ulus Hali’nde esnaflık yapıyor. Günlük taze gelen sebze, meyve ve balıkların müşteriyi Ulus Hali’ne çektiğini belirten Koyuncu, ürünler pahalı olduğu zaman müşterilerle sıkıntı yaşadıklarını söylüyor. Esnafla aralarındaki ilişkinin çok iyi olduğuna dikkat çeken Koyuncu, "birbirimizi  idare ediyoruz" diyor.
 “Müşteri dilediği gibi alışveriş yapıyor”
“Eskiden esnaf ile müşterinin pek anlaşamıyordu” diyen Koyuncu, sözlerine şöyle devam etti:
“Müşteri sebzeyi, meyveyi seçerek aldığı zaman esnaf kızardı. Tezgâhlar eskiden öne doğru çıkardı. Müşterinin rahat hareket etmesini engellerdi. Şimdilerde böyle bir durum yok. Müşteri dilediği gibi alışveriş yapıyor.”
Alışveriş merkezlerin açılması ve merkezin Kızılay’a kaymasıyla birlikte Ulus Hali’nin önemini kaybetmesinden şikâyetçi olan Koyuncu, esnaflık yaparak kazandığı gelir ile hayatını idame ettiriyor.
“Müzisyen olmak isterdim”
Ulus Hali’nin eski bereket ve kısmetini kaybetmesinden dolayı duyduğu üzüntüyü ifade eden Ersin Çakıroğlu, 40 yıldır Ulus Hali’nde esnaflık yapıyor. Küçük esnafın ayakta zor durduğunu söyleyen Çakıroğlu, işlerin zayıfladığını söylüyor. Vatandaşın maddi sıkıntıda olduğunu kaydeden Çakıroğlu, şöyle konuştu:
“Müşteri, alacağı ürünü beğeniyor ama bütçesi elvermediği için alamıyor. Müşteriyi velinimetim olarak görüyorum. 40 yıldır müşteri ile aram iyidir. Her yerde marketlerin açılmasından dolayı Ulus Hali önemini kaybetti.”
Esnaflık yaparak elde ettiği gelirin kendisine yettiğini belirten Çakıroğlu, gitar çaldığım için müzisyen olmak isterdim diyor.

       19 yıldır esnaflık yapan Oktay Koyuncu, baba mesleğini devam
ettiriyor

40 yıldır esnaflık yapan Ersin Çakıroğlu, gitar çaldığım için
müzisyen olmak isterdim diyor

                                     
Vedat Alpay, 15 yaşından beri esnaflık yapıyor

27 Mayıs 2015 Çarşamba



Bağlama, Anadolu’nun ezgilerini aktarıyor

Türk halk müziğinin en yaygın çalgısı olan bağlama, türkü, ninni ve ağıt gibi edebiyat ürünlerini dilden dile aktarıyor. Bağlama ustası Mehmet Ali Çetinkaya, “Makineleşme ile birlikte gelecek nesillere el yapımı bağlamalar bırakılacağını düşünmüyorum” dedi.

Bülent KÜL

Türk halk müziğinin en yaygın telli tezeneli çalgı türü olan bağlama, Âşık Halk Edebiyatı’nda yaygın olarak kullanıldı. Halk diliyle oluşturulan destan, semai, varsağı ve türkü gibi anonim ürünler, Âşık Halk Edebiyatı’nın taşıyıcıları “Âşıklar” tarafından bağlama ya da saz ile günümüze kadar geldi.

1979’dan beri bağlama ustası olan Mehmet Ali Çetinkaya, bağlama yapmayı usta-çırak ilişkisinden öğrendiğini belirtiyor. Çetinkaya, sanatını şu an Ankara Talatpaşa Bulvarı’nda bulunan “Emre Müzik’in” atölyesinde icra ediyor. Çetinkaya, “Makineleşme ile birlikte gelecek nesillere el yapımı bağlamalar bırakılacağını düşünmüyorum” dedi.
“Bağlama yapımında ağaç seçimi önemlidir”
Bağlama yapımında ağaç seçiminin önemine dikkat çeken Çetinkaya, “Ses tablası için köknar ve ladin; sapı için akçaağaç; tekne için dut, ardıç ve karaağaç kullanılmalıdır. Bağlama yapılmaya başlanmadan önce bize gelen ağaçları doğal ortamda kuruturuz. Fırında kurutulan ağaçtan bağlama yapılmaz.  Bir bağlama yirmi günde yapılır” şeklinde konuştu. Bağlamanın cura, tambura, kopuz gibi çeşitlerinin olduğuna kaydeden Çetinkaya, bağlamanın sanata duyarlı ve müziğe ilgisi olan herkese hitap edeceğini söyledi. Türkiye'de el sanatları ile uğraşanlara değer verilmediğini söyleyen Çetinkaya, sözlerine şöyle devam etti:
“Bağlama, Türk halk müziğinin çalgısı olmasına rağmen ülkemizde pek değer verilmiyor. Avrupa ülkelerinde bağlama gibi el sanatı ürünü olan çalgılara daha çok değer veriliyor. Bu işe gönül verdiğimiz için yapıyoruz. Ülkemizde konservatuvarda enstrüman yapım bölümünden mezun olanların çoğu sahnede çalışıyor. Yetkililerin bu duruma ön ayak olup gençlerin önünü açması gerekiyor. El yapımı enstrümanlarla ilgili çalışmalar geliştirilmelidir.”
Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde bağlama atölyesi açarak Dünyada bir ilki gerçekleştirdiğine dikkat çeken Çetinkaya, cezaevindeki atölyede mahkûmlara bağlama yapmayı öğrettiğini söyledi.





Renklere olan ilgisi otantik giyime yöneltti

Karanfil Sokakta 13 yıldır otantik giyim ürünleri tasarlayan Derya Güven, “Sevdiğim renkleri bir araya getirerek özgün tasarımlar yaratıyorum” dedi.

Bülent KÜL

Derya Güven, Ankara Karanfil Sokak'ta otantik giyim ürünleri tasarlıyor. Farklı renklerden oluşan bez, kumaş, iplik ve keçe gibi malzemelerin uyumundan oluşan özgün tasarımlar yaratıyor. Yaptığı ürünlerin kendi tasarımları olduğunu belirten Güven, “Bir yerlerden kopya çekmiyorum. Tamamen benim özgün tasarımlarım. Kumaşı ya da bezi elime alıyorum. O an kafamda nasıl şekilleniyorsa öyle bir tasarım ortaya çıkıyor” şeklinde konuştu. Çanta, etek, yelek, cüzdan, ayakkabı, şal, basma elbise ve takı gibi ürünler ortaya koyduğunu söyleyen Güven, 10 liradan başlayıp 75 liraya kadar ürünlerinin olduğunu belirtti. İp rasta, gerçek rasta, zenci örgüsü ve burgu da yaptığını kaydeden Güven, “Ankara Olgunlaşma Enstitüsü Serigrafi Bölümü mezunuyum. Ancak kıyafetlere pek ilgim yoktu. Farklı renkleri sevdiğim için bu alana yöneldim” ifadelerini kullandı.

“Ürünleri bütün şehirlere gönderiyorum”
Otantik giyinmeyi seven insanların ürünlerini  ilgi gösterdiğini ifade eden Güven, “Sürekli alışveriş yapan belli bir müşteri kitlem var. Daha çok öğrenciler tasarımlarımı beğeniyor ve alıyor. Yabancı uyruklular da ilgi gösteriyor. Facebook da 'Otantik Giyim' adlı bir sayfamız var. Ürünlerimin fotoğraflarını bu sayfada paylaşıyorum. Beğenenler sipariş veriyor. Bütün şehirlere gönderiyorum” diye konuştu.
İki yıldır tiyatro ile ilgilendiğini ancak bu yıl ara verdiğini ifade eden Güven, şöyle devam etti:
 “Arkadaş çevremden oluşan bir grup kurduk. ‘Kadınlar Savaşı’ ve ‘Hoş Geldin Azizim’ adlı oyunları Ertan Gösteri Merkezi’nde oynadık. Bu yıl provalara başlayamadık. Bir ay sonra tekrar başlayacağız.”
“Ürünlerim sanat değeri taşıyor”
Bir ürünü isteğe bağlı olarak bir günde ya da bir haftada bitirebileceğini dile getiren Güven, “İlerde kendi mağazamı açmak istiyorum. Tasarımlarımı daha çok insana ulaştırmayı hedefliyorum. Çünkü ürünlerim sanat değeri taşıyor” dedi.



26 Mayıs 2015 Salı


 Ankaralılar'ın Noel Babası “Hasan Baba”

Emekli olduktan sonra Güvenpark’ta Milli Piyango bileti satmaya başlayan Hasan Aktaş, “Hayallere giden yol Hasan Baba’nın biletlerinden geçer” dedi.

Bülent KÜL

Yılbaşına sayılı günler kala Milli Piyango’nun büyük ikramiyesini kazanma hayali kuran Ankaralılar, çekilişte şansını deniyor. Hasan Aktaş, Güvenpark’ta ak sakalı ve Noel Baba kostümüyle dikkatleri üzerine topluyor. “Hasan Baba” lakabı ile ün yapan Aktaş vatandaşın özellikle de çocukların ilgisini çekiyor.
Emekli olduktan sonra açtığı markete hırsız girince Hasan Baba, sermayesi yeterli olmadığı için marketi tekrar işletemiyor ve Milli Piyango biletleri satmaya karar veriyor.
“Hayallere giden yol Hasan Baba’nın biletlerinden geçer” sloganını standına asan Hasan Baba, eli bol ve şanslı bayii olduğunu söylüyor.
“Boş zamanımı değerlendiriyorum”
Çalışmayı çok sevdiğini söyleyen Hasan Baba, “Emekli olduktan sonra market açtım. Ancak markete hırsız girdi iflas ettim. Sermayem yeterli olmadığı için marketi işletmeye devam edemedim. Kahvede boş zaman geçirmeyi sevmiyordum. Milli Piyango bileti satmaya karar verdim. Hem boş zamanımı değerlendiriyorum. Hem de günde 30-40 lira arası kazanıyorum” şeklinde konuştu.
Noel Baba kostümüyle yeni bir tarz yarattığını düşünen Hasan Baba, “Bu kostüm ile Ankara’da yenilik yarattım. İnsanların dikkatini çekiyor. Çocuklar görünce çok seviniyor” ifadelerini kullandı.  
Kazı kazandan 20 milyar, çekilişten 10 milyar kazandırdığına anlatan Hasan Baba, “Önceki yıl bir kadına ikramiye çıkmıştı. Limitini gizli tuttuğu için ne kadar olduğunu söylemedi. Bana teşekkür etti. Yemek ısmarladı ve 100 lira verdi” diye konuştu.
“Her gün kendime bilet ayırıyorum”
Günde 100-150 adet bilet sattığını kaydeden Hasan Baba, şöyle devam etti:
“Biletleri Milli Piyango bayisinden alıyorum. Kaşem ve kartım var. Her gün son kalan bileti kendime ayırıyorum. Geçen yılbaşında bir biletin mührü ön tarafına çıkmıştı. Kimse o bileti almıyordu. Bileti kendime ayırttım, milli piyango vurdu. Çeyrek bilet olduğu için 1 milyar 250 bin TL kazandım.” 
Sabah saat 10.00 da gelen akşam da 19.00'da evine dönen Hasan Baba, aza kanaat eden bir insan olduğunu söylüyor ve "Akşam 50 senelik eşimle birlikte içtiğim bir tas sıcak çorbanın huzuru bana yeter" diyor. 

            

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Suriye'deki savaştan kaçarak Türkiye'ye gelen Yunus ailesi: "Cesetler köpeklere yem oluyor" 

Suriye’deki savaşın yıkıntılarından kaçıp gelen mültecilerin sayısı giderek artıyor. İç savaştan kaçıp, Türkiye’ye sığınan savaş mağduru Yunus ailesi hayata Türkiye ile tutunmaya çalışıyor. Suriye’de sürekli savaş uçaklarının havalandığını ve bombaların patladığını kaydeden Cuma Yunus “Savaşta hayatını kaybeden sivil halkın cesetleri köpeklere yem oluyor” dedi.


Bülent KÜL

Suriye’deki savaş derinleştikçe evinden, yurdundan olan insan sayısı giderek artıyor. Ülkelerinden kaçan yüz binlerce Suriyeli, komşu devletlerde mülteci olarak yaşıyor. Suriye’den kaçıp Şanlıurfa Akçakale Sınırı’ndan geçen Yunus ailesi de savaşın mağdurlarından. Ankara Dikmen Vadisi’ne yerleşen ailenin 12 üyesi, zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor. Çöpten topladıkları kartonlar, tahta ve bez parçası gibi malzemelerle yaptıkları derme çatma bir barakada barınan ailenin, tek korkusu kışı nasıl geçirecekleri. Kimi günler aç kaldıklarını söyleyen Cuma Yunus, “Tek isteğim bana bir iş verilmesi ve çocuklarımın aç kalmaması” diyor.

Suriye’de evi bombalandığı için Türkiye’ye gelmek zorunda kaldığını belirten Yunus, “Savaştan önce çok güzel bir hayat yaşıyorduk. Mutlu bir ailemiz vardı. Tarımla geçiniyordum. Kendime ait tarım araçlarım vardı. Biçerdöver, traktör gibi. Biçerdöver ile tarlada çalışıp geçimimizi sağlıyorduk. Bize ait ev, araba, dükkân ve arsamız bulunuyordu” dedi.

Savaşta oğlunun kaybolduğunu, haber alamadıklarına dikkat çeken Yunus, sözlerini şöyle sürdürdü.

“Oğlum evliydi ve dört çocuğu vardı. Oğlum savaşta kayboldu. Kendisinden haber alamıyoruz. Eşi ise hayatını kaybetti. Biz ise onun cesedini köpeklere yem olmasın diye sakladık. Çünkü savaşta parçalanan cesetleri kimse defnetmediği için köpeklere yem oluyor. Torunlarım her gün ‘annemiz ve babamız ne zaman gelecek’ diye soruyorlar. Biz ise daha gelecekler diye oyalıyoruz. Ben beş kardeşimden haber alamıyorum. Sınırı geçtiler mi orada mı kaldılar hiçbir bilgim yok. Eşimin annesi, babası ve kardeşi evde oturmuş yemek yiyorlardı. Onlara gittim savaş uçaklarının havada uçtuğunu söyledim. Ancak beni dinlemeyip kaçmadılar. Üçü de eve yağan bombalar nedeniyle öldüler.”
Suriye’deki savaş nedeniyle bütün malvarlıklarını kaybettiklerini kaydeden Yunus, “Esad’ın attığı bombalar biriktirdiklerimizin hepsini elimizden aldı. Her şeyimiz talan oldu. Biz de canımızı kurtarmak için kaçmak zorunda kaldık. Şanlıurfa Akçakale Sınırı’ndan geçip Türkiye’ye giriş yaptık. Sınırda konuşulanlar üzerine Ankara Dikmen Vadisi’ne yerleşmeye karar verdik. Bir hafta oluyor biz Ankara’ya geleli” diye konuştu.

“Tek korkumuz kışı nasıl geçireceğimiz”

Çöpten topladıkları malzemelerle barınmak için bir baraka yaptıklarını dile getiren Yunus, sözlerine şöyle devam etti:

“Yaptığımız baraka sağlam olmadığı için geceleri çok üşüyoruz. Buraya daha önce yerleşen ve çadırlarda yaşayan aileler, bize yardımcı oldu. Bize birkaç tane battaniye verdi. Bunlarla idare etmeye çalışıyoruz. Çocukları battaniyeye sarıp uyutuyoruz. Eşim ve ben battaniye olmadığı için üstü açık yatıyoruz. İki gündür yağmur yağıyor ve içeri su sızıyor. Havalar soğudu üşüyoruz. Sobamız olmadığı için de yakıp ısınamıyoruz. Tek korkumuz kışı nasıl geçireceğimiz. İnsanlar bize ‘Ankara’ya gidin orada size yardım ederler’ dediler. Ancak herhangi bir yardım görmedik.”

“Bazı günler aç yatıyoruz” diyen Yunus, “ Buradaki çöplükten kâğıt ve plastik toplayıp, geri dönüşüme gönderiyoruz. Aldığımız para yetmiyor. Bazı günler aç kaldığımız oluyor. Devlet yetkililerden tek isteğim bana bir iş verilmesi. 12 kişi benim eve ekmek getirmemi bekliyor. Çocuklarımın ve torunlarımın ihtiyaçlarını karşılamam gerekiyor” şeklinde konuştu.

“Suriye’ye dönmeyeceğiz”

Ankara’da kimseyi tanımıyoruz diyen Yunus sözlerine şunları ekledi:

“Eşim diş ağrısından duramıyordu. Sağlık güvencemiz olmadığı için onu doktora götüremedim. Yan barakada kalan komşumuz eşimi doktora götürdü. Gereken tedavi yapıldı. Hastane masraflarını ve ilaç parasını komşumuz karşıladı. Havalar soğudu ve üşüyoruz. Çocukları ısınmaları için komşuların barakalarına gönderiyoruz. Soğuktan hastalandılar, sürekli burunları akıyor. Suriye’den apar topar kaçtığımız için yanımıza kıyafet almaya bile vakit bulamadık. Çocuklar yalın ayak geziyor. Burada kimseyi tanımıyor ve Türkçe bilmiyoruz. Yetkililerden yardım bekliyoruz. Başımızı sokacağımız bir ev ve temel ihtiyaçlarımızın karşılanması istiyoruz. Artık savaş bitse bile orada yaşayamayız. Suriye’ye dönmeyeceğiz”











28 Nisan 2015 Salı


 "Yok, yok" dedirten pazar
Cumartesi ve pazar günleri kurulan Cebeci Bit Pazarı binlerce ürüne ev sahipliği yapıyor. Aradığınız her şeyi bulabileceğiniz pazarda ucuza alışveriş yapabiliyorsunuz. Cebeci Bit Pazarı’nda ikinci el ürünlerini satan Fevziye Karakelle ve Hekim Yalçın, geçimlerini sağlamak için bu işi yaptıklarını söylüyorlar.
Bülent KÜL
Haftasonları müşterilerini ağırlayan Cebeci Bit Pazarı, saat 06.00’da açılıyor. İyi ürünleri kapmak isteyen Cebeci Bit Pazarı’nın müdavimleri erken saatlerde pazara geliyorlar. Sabahın sessizliğini,
pazarlık yapan insan sesleri ve antika plaklarda çalan nostalji şarkılar alıyor. Aklınıza gelebilecek her ürünü bulabileceğiniz bu pazarda farklı hayat hikâyeleri ile de karşılaşabiliyorsunuz.
Dört çocuk sahibi olan Fevziye Karakelle, eşi vefat ettikten sonra evin geçimini sağlamak için pazarda ikinci el ürün satmaya başlıyor. Eşinden boşanmış iki kızına ve onların çocuklarına da bakan Karakelle, “Torunlarımdan biri sara hastası ona ve çocuklarıma bakmak zorundayım. Buradan kazandığım ile evi geçindirmeye çalışıyorum” diyor.
 “Sattıklarımıza göre kazancımız değişiyor”
Haftanın diğer günlerinde de plastik toplayan Karakelle, “Maddi durumumuz iyi olmadığı için bu işi yapıyorum. Komşular bardak, kap-kacak, elbise gibi kullanmadıklarını bize veriyorlar. Biz de ikinci el niyetine getirip pazarda satıyoruz. Sabah 05.30’da oğlumla pazara geliyoruz. Eşyaları tezgaha yerleştirene kadar saat 06.00 oluyor. Akşam 17.00’da eve dönüyoruz. Yer kirası olarak günlük 60 lira veriyoruz. 90 lira da eşyaları yükleyip getirmek için taksiciye veriyoruz. Sattıklarımıza göre de kazancımız değişiyor” şeklinde konuştu.
“Kâğıt toplarken bulduklarımı satıyorum”
15 senedir Cebeci Bit Pazarı’nda ikinci el ürün satan Hekim Yalçın dört çocuk babası. Hakkârili olan ancak yaşadığı maddi sıkıntılardan dolayı belli bir süre Adana’da çalışan Yalçın’ın son durağı Ankara oluyor. Geri dönüşümde kullanılmak için kâğıt toplayıcılığı yapan Yalçın, kâğıt toplarken bulduğu ikinci el eşyaları Cebeci Bit Pazarı’nda satıyor.  Ürünlerin niteliğine göre fiyatlarının değiştiğini belirten Yalçın, “Beş liradan 50 liraya kadar ürünlerim var. Gün oluyor zarar ediyoruz. Bazen de oluyor ki kar yapıyoruz” dedi. 
“Çocuklarımı okutmak istiyorum” diyen Yalçın, “Milyonlarca üniversite mezununun işsiz kalması beni tedirgin ediyor” dedi.



27 Nisan 2015 Pazartesi


Doğa ve insan dostu: ÇerÇöp Çorbacılar 
ÇerÇöp Çorbacılar, israf edilen ve insanların kullanmadığı malzemeleri toplayarak yaptıkları çorbayı Ankaralılara sunmaya devam ediyor. ÇerÇöp Çorbacılar'ın bir araya gelmesini sağlayan Hande Evsen, “Topladığımız malzemeleri geri dönüştürüp insana ve doğaya faydalı hale getiriyoruz” dedi.
Bülent KÜL

Ankara’daki mesire alanlarında, topladıkları malzemeler ile çorba hazırlayan ÇerÇöp Çorbacılar, doğa ve insan dostu bir topluluk. Kolektif bir çalışma sonunda hazırladıkları çorbayı herhangi bir talep beklemeden halka sunuyorlar.
Ankara Üniversitesi Kamu Hukuku yüksek lisans öğrencisi olan Evsen, ÇerÇöp Çorbacılar'ın oluşum sürecini şöyle anlattı:
“Bir arkadaşımız yüksek lisans yapmak için Almanya’ya gittiğinde böyle bir uyguluma ile karşılaşıyor. Daha sonra bunu Türkiye’de yapmaya karar verdik. Birkaç arkadaş daha bize destek oldu. Sosyal medya ile etkinliklerimizi duyurduk. İlk etkinliğimizi Afgan mülteciler ile yaptık. Daha sonra Kurtuluş Park’ı, Kuğulu Park gibi açık mesire alanlarında etkinliklerimiz oldu. ”

“Hem israfı önlüyor hem para harcamıyoruz”
Market, pazar, lokanta ve evlerdeki kullanılabilir durumda olan malzemeleri topladıklarını belirten Evsen, “Çöpe gidecek olan sebze, meyve, bakliyatlar, yağ, baharat, un ve tuz gibi yiyecekleri topluyoruz. Böylece hem israfı önlüyoruz hem de para harcamadan çorba yapıyoruz. Çorbayı ihtiyacı olanlarla paylaşıyoruz” şeklinde konuştu.
“İlk günler tencere ve tüpümüz yoktu” diyen Evsen, “Yemek yapılan bir yerden tencere ödünç alarak çorbamızı ateş üzerinde pişirdik. Daha sonra arkadaşlar arasında para toplayarak büyük bir kazan ve tüp aldık” ifadelerini kullandı. Et ve süt gibi hayvansal ürünleri kullanmadıklarına belirten Evsen, doğaya ve canlılara zarar vermediklerini belirtti.
“Bıraktığımız sepet ile ihtiyaç sahiplerine yardımcı olduk”
Ankara Olgunlar Sokak'da “Ankara Yiyecek Paylaşımı” adı altında sepet bıraktıklarını kaydeden Evsen, “Bu sepet ile israfı önlemeye çalıştık. İhtiyacı olan insanların sepetten faydalanmalarını sağladık. Ancak daha önce böyle bir uygulama yapılmadığı için insanlar ürünleri almaya çekiniyorlardı. Sepetin başında durup ürünleri almaları konusunda açıklama yapıyorduk. Belediye ile ortak bir çalışma yürütülse daha olumlu sonuçlar alabiliriz” diye konuştu.
İnsanlardan olumlu tepkiler aldıklarını ifade eden Evsen, “Avrupa ülkelerinde bu uygulamanın örnekleri olduğu için Erasmus öğrencileri daha çok ilgi duyuyor. Tepki gösteren vatandaşlar da var. Bir keresinde bir market sahibinin  sert tepkisiyle karşı karşıya kaldım. Alıp değerlendirmek istediğim ürünleri vermek istemedi. ‘Sen onların fakir olduğunu nerden biliyorsun’ diyerek tepki gösterdi” dedi.

“İsrafa dur diyoruz”
ÇerÇöp Çorbacılar'ın etkinliklerine gönüllü  herkesin katılabileceğini anlatan Evsen, şunları kaydetti:
“ÇerÇöp Çorbacılar olarak israfa 'dur' demek istiyoruz. Çöpe gidecek yiyecekleri kurtarıyoruz. Kullanılır durumdaki ürünleri değerlendiriyoruz. Para harcamadan düzenlediğimiz etkinliklerde çok sayıda insana yetecek kadar çorba yapıyoruz. Burada vermek istediğimiz mesaj, her birey para harcamadan, doğaya ve canlılara zarar vermeden bir şeyleri dönüştürebilir, paylaşabilir.”